Kız kardeşim 3-4 yıl önce Diyarbakır‘ın bir ilçesinde öğretmen olarak görev yapıyordu, arada yanına kalmaya giderdim, Erzurum'dan öğlen binerdim gece yarısı orada olurdum.
Gece vakti otogara bir inerdim, eve gidene dek cadde başında bir sürü köpek çetesi. Güya köy çocuğuyum, korkmam derdim ama nafile! Eve, zar zor taksi bulur öyle giderdim. Ne yapayım, saldırgan başıboş köpeklerin ne yapacağı belli mi olur?
Sabahçıydı kız kardeşim, sabah ezanıyla uyanırdık çay kahvaltı sohbet eşliğinde okula uğurlardım onu. Ardından çıkardım sokağa, giderdim kahveye çay sigara eşliğinde etrafı izler, milletle sohbet ederdim. Huyum kurusun, şehir dedikodularını pek severdim bu yüzden kahvelerden çıkmazdım hala öyleyim gerçi.
Neyse, şehir dedikodularına geleyim ben. Öyle şeyler duyardım ki kafam çok karışırdı. Belediyecilik anlayışında, kimisi ideolojiye bakardı kimisi millete ve şehre hizmete önem verirdi. Şöyle bir objektif baktığımda şehrin bakımı çok kötüydü, mesela caddelerden bir araba geçsin pencereler toz duman olurdu. Sürekli bitmeyen, aslında hiç başlamayan karayolları çalışmalarının iş makinelerinin sesi ise kulakları ayrı bir tırmalardı.
Belediye hizmetlerinin varlığını kaldığım süre boyunca hiç göremedim, bir ara duş alırken çamurlu suyla şampuanımı köpürtmeye çalıştığım zamanları hatırlarım. Vatandaşın parası nereye gidiyordu bir türlü ÇÖZEMEDİM. Küçücük bir şehir, bakıp büyütmeye gayet müsait yazık derdim.
İlçenin adını verirdim de etik olmaz şimdi, ne de olsa bizler basıncıyız. Objektif davranmak zorundayız, kim ne yapıyorsa hatalarını açık açık söylemeliyiz.
Herkesin şikâyetçi olduğu şu köpeklerin meselesini bir gün belediyede görevli bir zabıtaya söyledim “Kardeşim bu nedir ya sokakta yürütmüyorlar adamı, vatandaş bu sorunu başkana iletebiliyor mu?” dedim. ‘Ağabey başkanı makamında bulurlarsa iletirler ama başkan hep Diyarbakır merkeze gidip geliyor .’dedi. “Eee ne işi varmış orada, Diyarbakır‘ın belediye başkanı mı sanki?” dedim, ellerini havaya açtı “Ben bilmem ağabey.” dedi.
Neyse, aradan bir süre geçti. Nisan 2017, bahar geldi bir gideyim kız kardeşimin yanına dedim, okulu da öyle güzel bir yerdeydi ki baharı ciğerlerine çekmemek imkânsız idi. Gece yarısı otogara indim, taksiciyi aradım, malum başıboş köpeklerden korkuma dost olmuştuk artık “Ağabey, sokaklar temiz bana gerek kalmadı artık.” Dedi kahkaha atarak. Otogarı çıktım, bir sigara yaktım. Harbiden benim çetelerden eser kalmamıştı, yürümeye başladım. Yollar kaymak gibi, kaldırımlar tertemiz, şehrin havası bir değişmiş nefes almış sanki.
Sabah oldu, benim kahvehaneye gittim. “Gece sokakta köpeklerle karşılaşmadım yoksa zehirlediler mi hayvancağızları?” diye sordum ahaliye. Oradan birisi dedi ki ‘Ağabey, DEVLET GÖREVLİLERİ halkın şikâyeti üzerine köpekleri toplamış, hayvan barınaklarına yerleştirmiş.”
“Oh be, sonunda!” dedim ve bir çay söyledim kendime.
Şimdi Diyeceksiniz Nereden Çıktı Bu Hikaye Diye? Bilmem İçimden Geldi Size de Anlatayım İstedim...
Yani kayyum gelse her şey düzelir diyorsun... Aferin sana gölgelik.