1993 yılında Güney Sudan'dan dünyaya yayılan bir fotoğraf karesi gazeteciler ve siyasetçiler tarafından tüm değerler üzerinden tartışılmıştı.
İnsanlığa ve hiçbir kadraja sığmayacak kadar büyük olan bu fotoğrafın görüntüsü şöyle. Güney Sudan'da küçük bir kız çocuğu ıssız bir yerden kampa giderken açlığa dayanamayarak yere düşer ve birkaç metre ötesinde ölmesini bekleyen bir akbaba vardır. Bunu gören gazeteci liboş Kevin Carter, küçük kızın ölmesini bekleyen akbabayı ürkütmemek için fazla yaklaşmaz ve deklanşöre basar.
Bu fotoğrafla dünyanın en prestijli ödülü olan Pulitzer Ödülü'nü de 1994 yılında alır. Ve bu ödüllü "vahşet paparazzisi," aynı yıl intihar eder.
Kevin Carter, elindeki kamerayı bırakıp, akbabayı kovaladıktan sonra küçük kızı kucaklayarak kampa götürmek yerine, fotoğraf çekmeyi tercih etmiş!
Gazetecilik refleksi, diye bir şey vardır; ama asıl olan insanlık refleksidir.
Ne yazık ki gazeteciliğin yerlerde süründüğü günümüzde, gazeteci geçinen çoğu canlı türünün ne ilkesi, ne etiği, ne de insanlığı kalmış!
Hem akbaba, hem de gazeteci olan birçok kişi özellikle siyaset alanında dört nala at koştururken, (çok az sayıdaki kişi hariç) gerçek gazetecilik yapmak isteyenler ise bunların ardında nal toplamakta!
İster mektepli, ister alaylı olsun; gazeteci, gazeteciliğin farzlarından en önemlisi olan "haber tarafsız, yorum hürdür," emrini bilmesi gerek!
Oysa birçok gazete ve gazeteciler, ulusalda ya da yerelde "haber taraflı, yorum bağımlıdır," sözüne uygun adım uymaktalar!
Herhangi biri eğer benim dünya görüşüme ve taraftarı olduğum partiye ters ise, ben onun yaptığı dağı fare, doğurduğu fareyi ise dağ yaparım, diyerek klavyesinin başına geçiyor ise, o gazeteci için iş işten çoktan geçmiş demektir.
Vahşi kapitalizmde kan emmeyi meslek haline getirenleri bilemem; ama gazetecilikte önce insani duygu ve yapı ön planda olmalıdır.
Yani vicdan!
Yazar: Ömer Nazmi